Rusya imparatorluğunun Kafkasya’yı işgal etme ve sömürgeleştirme gayesini güden saldırgan ve acımasız politikaların bir sonucu olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında, Kuzeybatı Kafkasya’nın otokton halkı olan Çerkesler’in (özellikle Adıgeler, Abhaz – Abazalar ve Vubıhlar’ın) hemen hemen tamamına yakını yurtlarından zorla sürülmüş ve yabancı topraklara göç etmek zorunda bırakılmışlardır. Daha önceki savaşlar döneminde küçük gruplar halinde yurdunu terk etmek zorunda kalanlar hiç hesaba katılmasa bile sadece 1859 – 1866 yılları arasındaki “büyük sürgün” döneminde 1.500.000 den fazla insan anayurdunu büyük acılar pahasına terk ederek (Adıge, Abhazya, Çeçenya, Osetya, Dağıstan bölgelerinden) “Halifenin ülkesine” sığınmak zorunda kalmıştır. Özellikle 50.000 kadar Abhaz’ın bölgeye çıkarma yapan Osmanlı donanmasıyla birlikte yurdunu terk etmek zorunda kaldığı 1877–78 Osmanlı – Rus savaşı sonucunda da daha onbinlerce Kafkasyalı (Çerkes), çeşitli şekillerde yurtlarını terk ederek Anadolu topraklarına sığınmak durumunda kalmıştır. Kafkasya sürgünleri, Osmanlı devletinin böylesine ani ve kitlesel göçlere hazırlıklı bulunmaması nedeniyle, çıkış limanlarında, yollarda ve ilk yerleşim yerlerinde fiziki uyumsuzluk, salgın hastalıklar (özellikle sıtma salgınları)vb. nedenlerle büyük kayıplar vermişlerdir. Yüz yıllardır dev Rusya imparatorluğuna karşı yurdunu inatla ve özveriyle savunan ve kendilerini kardeş bir ülkeye gelen siyasi sığınmacı sayan ve Osmanlı’ya minnet duyan bu insanlar, o dönemde her bakımdan gerileme dönemine girmiş bulunan Osmanlı devleti için önemli bir nüfus kazanımı olmuştur. Bu göçmenleri hem Anadolu, hem de Rumeli’nde, özellikle Hıristiyan uyruklarının yaşadığı “sorunlu” bölgelere kendisine içtenlikle bağlı bir unsur olarak yerleştiren devlet bundan önemli yararlar sağlamıştır.
Özellikle imparatorluğunun Rumeli’ndeki illerine (bugünkü Sırbistan, Kosova, Bulgaristan, Makedonya, Romanya topraklarına) yerleştirilen Kafkasyalı sürgünler, milliyetçilik akımlarıyla çalkalanan Balkanların karışık durumu nedeniyle yerleştikleri günden başlayarak “nizami” ya da “başıbozuk” olarak askerdiler. 1876’da patlayan Osmanlı – Sırp savaşına ve bunu izleyen Bulgar ayaklanmalarının bastırılmasına çok aktif bir biçimde katıldılar. Onları yurdunu kaybetmiş siyasi sığınmacılar olarak değil de Osmanlı imparatorluğu tarafından kendi topraklarına yerleştirilen askeri – siyasi kolonizatörler olarak gören yerli halkların kendilerine karşı olan olumsuz davranışları karşısında zaten bir seçenekleri de bulunmuyordu.
Kitlesel Kafkas – Çerkes sürgününden on yıl kadar sonra patlayan 1877–78 Osmanlı –Rus savaşlarında da Kafkasyalı göçmenlerin “gönüllü” askerliği bu kez çok daha geniş çapta olarak tekrarlandı. Kuruluşu daha on yılı bile bulmamış olan Kafkas göçmen köylerinden aşırı oranda asker ve gönüllü toplandı. Anayurtlarını Rus bağımlılığından kurtarmak ve oraya dönmek gayesini güden ve Rusya’ya karşı kinle dolu olan bu göçmenler de birçoğu yasal olarak askerlik görevinden muaf oldukları halde kendi atları, silahları ve donanımlarıyla akın akın Anadolu ve Rumeli’ndeki cephelere koştular. Ahmet Muhtar Paşa’nın komuta ettiği Anadolu ordusundaki “Nizami” ve “Muavene” süvari güçlerinin neredeyse tamamını Kafkasyalı göçmenler oluşturuyor ve bunlar İmam Şamil’in oğlu Gazi Muhammed Paşa, Musa Kunduh Paşa gibi Kafkasya kökenli önderler komuta ediyorlardı. Kars cephesinde 2. Tümen Komutan olarak bulunan Bıjnav Muhlis Paşa da bir Kafkasyalıydı. Rumeli ordusunda yer alan bazı Kafkasyalı komutanlar ise şunlardı: Müşir Mocan Rauf Paşa (savaşın sonlarına doğru tüm Osmanlı ordularının başkomutanlığına atandı), Mirliva Dağıstanlı Mehmet Muhlis Paşa (Rumeli Ordusu Süvari Komutanı), Mirliva Karzeg Dilaver Paşa (Tuna nehrindeki Osmanlı filosunun komutanıydı, Tuna elden çıkınca ata binerek “Çerkes Muavene süvarileri”ne komuta etti), Ferik Tuğa Fuad Paşa (bu savaşlardaki başarılarıyla “Elena Kahramanı” ve “Deli” lakaplarını kazandı, savaş sonunda Müşir (Mareşal) rütbesine yükseltilerek Başkomutan vekilliğine atandı)…vd.
Balkanlar’da yerleştirilmiş bulunan Kafkas – Çerkes mültecileri bu savaşın Rusya’nın galebesiyle sonuçlanması üzerine, onlar tarafından Ayastefanos ve Berlin Anlaşmaları’na konan özel bir maddeyle, daha evlerini bile kurup yerleşemedikleri Rumeli topraklarından da büyük acılar ve kayıplarla göç etmek zorunda bırakıldılar. Bir kez daha Osmanlı’nın Asya illerindeki topraklarına (Anadolu, Suriye, Filistin vb. yerlere) dağıtıldılar.
1860’lı yıllarından başlayarak Anadolu’ya yerleştirilen Kafkasya – Çerkes sürgünleri için genellikle 19. yüzyıla kadar insanların sıtma salgınları nedeniyle oturamadığı ovaların tabanları ve diğer alivüal birikim alanları yerleşime açılmıştı. Bu nedenledir ki, bugün Türkiye’nin en zengin ve verimli toprakları haline gelmiş bulunan Çukurova, Düzce, Adapazarı, Çarşamba, Bafra ovaları gibi bataklık alanlara yerleştirilmiş bulunan Çerkes göçmenlerinin çoğu buralarda sıtma ve diğer bulaşıcı salgın hastalıklar sonucunda kitleler halinde yok oldular. Çerkes göçmen köylerinin birçoğu “Çerkes mezarlıkları”na dönüştü. Örneğin Dr. Şerafettin Mağmumi’nin yazdığına göre 1910 yılında, daha önce Çukurova’ya yerleştirilen 74.000 Çerkes’ten 4000 kişi bile kalmamış bulunuyordu. 1860’lı yıllarda Balkan ülkelerine yerleştirilmiş bulunan 300.000 civarındaki Kafkasyalı – Çerkes sürgünün de 1878 yılında Berlin Anlaşmasının özel bir hükmü ve süren savaşlar sonucu buradan çıkarılmasıyla artık Balkanlar’da kayda değer bir Çerkes nüfusu kalmamış bulunuyor. Son olarak Kosova Özerk Bölgesinin bir köyünde kalmış bulunan yüz kadar ailede yakın yıllarda anayurduna dönerek Adıge Cumhuriyeti’nde kendileri için oluşturulan Mafehable köyüne yerleşmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ise tüm bu zorunlu göç ve sürgünleri bir sonucu olarak bugün Çerkesler’in (özellikle Abazalar ve Adıgeler’in) de dünyada en fazla yaşadığı ülke konumuna gelmiş bulunuyor.
Bugün Anadolu’da Kafkasya kökenli yurttaşların bulunmadığı hiçbir il yoktur. Bununla birlikte onların asıl ve ilk yerleşim yerlerini oluşturan Kafkas göçmen köyleri esas itibarıyla şöyle bir çizgi izlemektedir.
1- Sinop, Samsun, Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Yozgat, Kayseri, Kahramanmaraş çizgisini izleyen ilk yerleşim bölgesi, Hatay’da T.C. topraklarından çıkarak bugünkü Suriye ve Ürdün topraklarında devam etmektedir. Bu hattın çevresindeki Muş, Kars, Adana vb. illerde de Kafkas kökenli yerleşim yerleri bulunmaktadır.
2- İkinci bir hat ise yine kabaca Güney Marmara yöresindeki Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Eskişehir, Bilecik, Kocaeli, Düzce illeri boyunca uzanmaktadır. Bu ana hattın dışında Kütahya, Afyon, Konya, Aydın vb. illerde de yer yer küçük Kafkas göçmen köylerine rastlanmaktadır.
Kuzey Kafkasya sürgünleri, ilk yerleşim yıllarında Osmanlı hükümetlerinin bilinçli politikalarının da bir sonucu olarak, Anadolu’ya çok küçük birbirinden kopuk birimler halinde yerleştirilmişlerdir. Öyle ki, Anadolu’da bugün de nüfusu 100 haneyi aşan bir Kafkas kökenli köy bulmak son derece zordur. Bununla birlikte bu küçük köyler, yıllar boyu Anadolu’da uygar yaşam biçimleri, temiz ve güzel görünüşleriyle kendilerine özel bir yaşam biçimi oluştura gelmişlerdir. Yerleştikleri bölgelere onlarla birlikte değişik bazı hayvancılık ve tarım teknikleri, ürün cinsleri de gelmiştir. Örneğin, uzun yıllar Anadolu’nun “yerli” at cinslerinden birini oluşturan Canik at cinsi, Kafkasya’dan gelmiş Çerkes atlarıyla yerli Anadolu atlarının karışmasından oluşmuştur. “Uzunyayla cinsi”ni ise bütünüyle Kafkasya’dan getirilen ve bu adı taşıyan yörede bulunan 70 kadar Çerkes göçmen köyünde üretilen atlar oluşturmaktadır. “Çerkes peyniri”, “Abaza peyniri” gibi adlar taşıyan küçük tarım sanayi ürünleri Anadolu’da son yüzyıl boyunca revaçta olmuştur. Bu göçmenlerce yapılan kama, kılıç gibi silahlar ve gümüş işleri bugün bile kuyumcuların belli başlı sermayeleri arasında yer almaktadır. Kıyafet ve giysileri zaman zaman Osmanlı Hassa birliklerine ve örneğin Kafkasyalı Mareşal Berzeg Mehmet Zeki Paşa tarafından oluşturulan Hamdi’ye (Aşiret) alaylarına resmi üniforma olarak kabul edilmiş ve yıllar boyu kullanılmıştır. Çerkesler’in “Anadolu İhtilali”ne etkin katılımına bağlı olarak Çerkes kaması, kalpağı ve başlığı 1919 – 1923 yıllarında Anadolu’daki milli direnişin bir simgesi haline gelmiştir.
Kafkasyalı göçmenler Osmanlı topraklarında ve özellikle de cumhuriyet Türkiye’sinde kendi dil ve edebiyatlarını geliştirme, yazılı edebiyatlarını kurma gibi olanaklara sahip olamamışlar ve bu yüzden kültürleri sürekli olarak erozyona uğramıştır. Bu durum yalnız onlar için değil, yaşadıkları ülke kültürü için de büyük bir kayıptır. Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, özgün bir Kafkas dili konuşan ve dil yönünden Proto – Hititler ve Basklar gibi kavimlerle ilişkili oldukları varsayılan Vubıh Çerkeslerin dili, tamamının sürülmüş olduğu Anadolu’da yok olmuştur. Şimdi birçok dil bilimcinin “mal bulmuş mağribi gibi”, daha doğrusu malını kaybetmiş mağribi gibi peşinde koştuğu bu dil ve diğer Kafkas dilleri konusunda Türkiye’de bugüne kadar tek bir bilimsel araştırma yazısı bile kaleme alınmamış olmasının ülkemiz için bir utanç oluşturduğunu söylemek pek de abartılı olmayacaktır. Anadilinde yarattığı edebi ürünleri küçük göçmen köylerinde yaşatmaya çalışan bu insanlar arasından Osmanlı – Türk dilinde de daha birinci ve ikinci kuşaklarda, Ahmet Midhad Efendi (Hağur) gibi “ Osmanlı halklarına okuma yazma zevkini veren bir “Hace –i Evvel” (ilk öğretmen), Türk dilinde sadeleşme akımının öncülerinden olan Ömer Seyfettin (Hatko), Osmanlı gazeteciliğinin “Şeyhülmuharririn”i olan Mahmut Sadık Bey gibi ünlü ve etkin yazarlar çıkmıştır. Türkiye’de yetişen Kafkas – Çerkes kökenli edebiyatçı ve yazarlar arasında şu kişiler de sayılabilir: Abdullah Zühdü (Ünlü gazeteci, yazar), Ahmed Saip (Tarihçi), Ali Nazıma (Eğitimci – yazar), Taha Akyol (Gazeteci – yazar), Hasan Amca (gazeteci – yazar), Aydın Arıt (roman ve tiyatro yazarı), Fikret Arıt (romancı, hikâyeci, çevirmen), Fuat Arna (politikacı, gazeteci), Aysel Alpsal (hikâyeci), Ertuğrul Şevket Avaroğlu (gazeteci, romancı), Şerif Baştav (tarihçi, filolog), Hakkı Behiç Bayıç (sosyalist politikacı, gazeteci), İsmail Berkok (tarihçi, askeri yazar), İsmail Ziya Bersis (gazeteci), Kemal Bilbaşar (romancı), Ratip Tahir Burak (gazeteci, ressam), Mehmet Fuat Carım (diplomat, gazeteci, yazar), Nimet Carım Arzık (gazeteci, yazar, çevirmen), Anıl Çeçen, Osman Çelik, Nahit Eruz (hikâyeci), Tarık Mümtaz Göztepe (Hağur), Hayriye Melek Hunca (ilk kadın romancılardan), Kadircan Kaflı (yazar, gazeteci), Kandemir Konduk (mizah ve televizyon yazarı, şair), Doğan Kuban (sanat tarihçisi), Mahmud Celaleddin Paşa (şair), “Prens” Sabahaddin Bey (sosyolog, yazar, gazeteci), Hüseyin Nail Kubalı (hukukçu, yazar), Atiye Keskin Kubanlı, Ayla Kutlu (romancı, hikâyeci), Şemsettin Kutlu (edebiyat tarihçisi), Tarık Cemal Kutlu (filolog, yazar), Met Yusuf İzzet Paşa (tarihçi), Mizancı Murad Bey (gazeteci, tarihçi, siyaset adamı), Muhlis Sabahaddin (gazeteci, besteci), İsmail Cenani Oral (gazeteci), Ömen Naci (şair), Çetin Öner (yazar, sinema ve tiyatro sanatçısı), Sabahattin Selek (gazeteci, tarihçi), Cehdi Şahingiray (gazeteci), Ali Nihat Tarlan (edebiyat tarihçisi, yazar, çevirmen), Hıncal Uluç (gazeteci, yazar), Aytunç Altındal (araştırmacı, yazar, şair), Osman Numan Baranus (şair), Ahmet Tezcan (gazeteci), Orhan Pamuk (ünlü romancı)…
Kafkas Kültürünü yaşadıkları ülkenin kültür kurumlarından aldıkları kültürle birleştiren bu insanlar ülkedeki birçok ilkede imzalarını atmışlardır. Örneğin Cumhuriyet döneminde Türkiye’de yerli ilaç sanayinin kurulmasına öncülük eden eczacı ve kimyager Mustafa Nevzat Pısak (1879 – 1968) bir Kafkas (Vubıh) çocuğudur. Türkiye’de ilk yerli ilaç ampullerini yapmış olup kurduğu müessese hizmetlerini sürdürmektedir. Yine Kafkas – Çerkes kökenli olan hekim, kimyager ve işadamı İbrahim Ethem Ulagay (1880 -1943) da Türkiye’de yerli ilaç sanayinin oluşmasına hizmet eden ikinci büyük firmanın kurucusudur.
Büyük Kafkas sürgününden beri Türkiye üniversitelerinde ülkenin eğitim ve kültürüne hizmet etmiş, çeşitli alanlarda eserler vermiş yüzlerce Kafkas kökenli öğretim üyesi sayılabilir. Örneğin Kazım Çeçen hidrolik konusunda ünlü ülke sınırlarını aşmış bir bilim adamıydı. Aynı zamanda diplomat ve bir Kafkasya yurt severi de olan Profesör Aziz Meker (1877 -1941) , Cumhuriyetinin ilk yıllarında Ziraat Fakültesi öğretim üyeliği, ziraat Enstitüsü Başkanlığı, Tarım Bakanlığı Müsteşarlığı gibi görevlerde bulunmuştur. Aynı fakültenin değerli öğretim üyelerinden Kazım Köylü (Hunca) da (Doğum 1904) bir Kafkas çocuğudur. Biyokimya alanında tanınmış bir ad olan Profesör Kazım Aras (D. 1908), ünlü Botanik bilgini Profesör Hikmet Birand (1906 -1972), Ticaret Hukuku alanında tanınmış bir ad olan Profesör Hayri Domaniç (D.1923), Tıp Profesörü Cevat Kerim İncedayı (1894 -1971), Farmakoloji ve Kanser Araştırmalarındaki büyük emekleri bilinen Profesör İzzet Kantemir (1903 – 1988), Mimar yazar ve sanat tarihçisi Profesör Doğan Kuban (D.1926), ünlü hukukçu Profesör Hüseyin Nail Kubalı (D. 1903), Atom fiziği konularında ünlü ülke dışına da taşımış bulunan Profesör Bedri Cemil Şenvar (D. 1923), İslam ve Doğu Edebiyatları konusunda bir otorite sayılan Profesör Ali Nihat Tarlan (1898 – 1978), Profesör Yüksel Koç Yalkın (D.1935)… vb. birçokları bunlar arasında sayılabilir.
Kafkasyalı sürgünler ve onların sonraki kuşakları Türkiye’de güzel sanatlar alanında da ünlü kişiler yetiştirmişlerdir. Daha ilk kuşaklarda aralarından çıkan şu birkaç ressamdan bahsetmek bile bu konuda fikir vermeye yetecektir: Muallim Şevket, Mihri Hanım (Türkiye’nin ilk kadın ressamlarından, kızlar için açılan ilk güzel sanatlar okulunun müdiresi), Namık İsmail (Güzel Sanatlar Akademisi’ni çağdaş hale getiren müdür, ünlü ressam), Hüseyin Avni Lıfıj, Avni Abraş, Şeref Bigalı, Şevket Dağ,Tarık Carım, Abidin Elderoğlu, İhsan Şurdum, Faruk Cimok,Fahrettin Baykal…vd.
Kafkasyalı sürgünler arasından yetişen bazı ünlü besteciler de olmakla birlikte bunlar genellikle Kafkas halk müziği ile ilişki kuramamışlar ve eserlerini daha çok klasik Osmanlı müziği tarzlarında vermişlerdir. Bu besteciler arasında ilk akla gelenler şunlardır: Lemi Atlı (1889 – 1945) Klasik Türkiye Musikisinin son büyük halkalarından biri olarak kabul edilir. Muhlis Sabahaddin Ezgi (1839 – 1947), Şarkı ve operet alanında unutulmaz eserler vermiştir. Kaptanzade Ali Rıza Bey (1881 – 1934) ünlü bir şarkı ve operet bestecisidir. Neveser Kökdeş (1904 -1962) de Muhlis Sabahaddin Bey’in kız kardeşi ve özgün ve ünlü bir bestecidir. Kafkas halk müziği ise ülkede yıllar boyu güdülen bilinen politikalar nedeniyle gelişememiş, varlığını halk arasında, küçük göçmen köylerinin günlük yaşamı içinde sürdürmüş ve bu nedenle de yeterince gelişememiştir.
Türkiye’deki Kafkasyalı sürgünlerin çocukları, kendi sosyal yapıları ve davranış biçimlerinin de bir sonucu olarak, zaman zaman ülkede sporun gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Örneğin ülkede ilk kez olarak Müslüman Osmanlı uyruğu kişiler tarafından “Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Klübü” adıyla kurulan spor klübü de bir Kafkaslı olan Osman Ferid Paşa’nın İstanbul – Beşiktaş’taki konağında, 1900’lü yılların başında, hemen tamamı Kafkasyalı olan bazı gençler tarafından kurulmuş ve geliştirilmiştir. Bu kuruculardan birisi olan Kafkasyalı yazar Mehmet Fetgeri’nin kardeşi deniz subayı Ahmet Fetgeri Aşeni, 1923 -1937 yılları arasında 14 yıl Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın da başkanlığını yapmış, 1924, 1928 ve 1936 Olimpiyatlarına Türkiye adına yönetici olarak katılmıştır kızı Suat Fetgeri Hanım ise Türkiye adına Olimpiyatlara katılan ilk iki kadın sporcudan birisidir. Yine en eski ve tanınmış spor kulüplerimizden birisi olan Beykoz’un kurucusunun da Kafkasya – Çerkes kökenli ünlü yazar Ahmet Mithad Efendi’dir. Fenerbahçe Kulübünün en ünlü sporcularından Can Bartu vb. birçok Kafkas kökenli ünlü futbolcu da Türkiye futboluna hizmet etmiş ve etmektedirler. Kafkasyalılar arasından, öteden beri ünlü oldukları binicilik alanında da tanınmış isimler çıkmıştır. Örneğin uluslar arası çeşitli konkurhipiklerde Türkiye Cumhuriyeti’ni başarıyla temsil etmiş ve ülkelerine birincilikler kazandırmış bulunan Eyüp Öncü (D. 1906), Kemal Öncü (D. 1945), Saim Polatkan (1907 – 1991) bunlardan ilk akla gelen birkaçıdır. Milli boksör ve boks antrenörlerinden Melif Açba, milli basketbolculardan olup genç ve A milli takımı formalarını 70 kez giyen Aytek Gürkan vd. birçok kişi de kendi alanlarında ün kazanmış ve ülkenin spor yaşamında hizmetler vermişlerdir.
Kafkas çocukları arasından anayurtlarında olduğu gibi, sürgün olarak gittikleri ve yaşadıkları ülkelerde de güreş sporu alanında çok sayıda ünlü sporcular yetişmiştir. Öyle ki, Olimpiyatlarda çeşitli ülkeler adına yarışan ve dereceler alan Kafkas kökenli sporcuların sayısı – bunlar bir arada göz önüne alındığında bazen tüm ülkeler güreşçilerinin bile üzerine çıkmaktadır. “Türk gücünü dünyaya tanıtan” bu ünlü sporcular arasında Yaşar Doğu, Hamit Kaplan, Mustafa Dağıstanlı, Tevfik Yüce, Nurettin Zafer, Haydar Zafer, Adil Atan, İrfan Atan, Adil Candemir, Gazanfer Bilge, İsmail Temiz, Süleyman Baştimur, Mahmut Atalay… Gibi birçoğu dünya şampiyonu olmuş ünlü adlar bulunmaktadır.
Kuzey Kafkasya sürgünleri ve onların çocukları Osmanlı imparatorluğunun özellikle son altmış yılında ülkenin sosyal, siyasi ve ekonomik yaşamında önemli roller oynamışlardır. Çerkes yazar Fetgerey Şoenu’nun yazdığına göre bu imparatorlukta 1846 – 1914 yılları arasında önemli görevlerde bulunan ve asılları onbeş çeşitli ülkeden olan üçbin devlet adamından dörtyüzü hiç değilse anne tarafından Kuzey Kafkasya (Çerkes) asıllıdır. Birinci Meşrutiyetin ilanından (1876) sonra aralarından en az dört sadrazam (Ahmet Hamdi Paşa, Hayreddin Paşa, Mahmut Şevket Paşa, Salih Hulisi Paşa), iki başbakan (Hüseyin Rauf Orbay ve Recep Peker) ve çok sayıda ünlü asker, politikacı, devlet adamı, yönetici yetişti. Çerkes yazarlardan Hasan Amca (Amç’a), anılarında Çerkeslerin bu dönemde “Osmanlı’nın en mağrur aristokrasisini” oluşturduklarını ve sadece 1908 yılında oluşturulan “Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti” kadrolarında bile “birkaç Mareşal ve ürkütmeyle sayılamayacak kadar paşa” bulunduğunu esprili bir ifadeyle belirtir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 1940’lı yıllara kadarki dönemi, yönetici kadronun nitelikleri nedeniyle, ülkenin kaçınılmaz olarak şoven milliyetçiliğe yöneldiği bir dönemdir. Bu dönemde, arada istisnai bazı kişilere rastlanmakla birlikte, Kafkasya kökenli kadrolar devlet yönetim mekanizmasından büyük ölçüde tasfiye edilmişlerdir. Bu dönem Kafkas kökenli aydınların tamamen sustuğu ya da susturulduğu Kafkasya kültürünün günlük sıkıntılı yaşamını sürdürmeye çalışan uzak Kafkas göçmen köyleri ya da köy gruplarında el yardımıyla sürdürülmeye çalışıldığı bir baskı dönemidir. Bu dönem Kafkasya göçmenleri Çerkesler açısından, örneğin 1923 yılında Marmara yöresindeki 15 kadar Çerkes köyünün sürgün edilerek Doğu Anadolu yörelerine dağıtılması, Kafkasya kökenli yurttaşların askeri okullara özellikle alınmaması ve alınmış olan bazı öğrencilerin atılması gibi hatırlanması bile acı veren bazı uygulamalar içermektedir. Halbuki bu insanlar Türkiye Cumhuriyetine dayanak olan “Türkiye Kurtuluş Savaşı”na Hüseyin Rauf Orbay, Hakkı Behiç Bayıç, Bekir Sami Kunduk gibi aktif ve dürüst politikacı – devlet adamları, Yusuf İzzet Paşa, Ali Sait Paşa, Bekir Sami Gürsav, Aşir Atlı, Mahmut Bey (Kasey – Hendek), Maraş savunucusu Aslan Toğuzatı, Kilis savunucusu Kamil Polat, Misak-ı Milli sınırlarında savaş veren Gaziantep savunucusu Şefik Özdemir, Anadolu’daki Yunan ilerlemesinin durdurulmasında başrolü oynayan ve çoğunluğu Kafkasyalı yurttaşlardan oluşan Kuvayı Seyyare’nin komutanı Ethem Paşa vb. gibi çok sayıda komutan ve adsız kahramanlar vermişlerdir.
Kafkasya kökenli Türkiye yurttaşları, önemli baskılarla karşı karşıya kaldıkları, kökenlerinin bile “bilimsel” olarak inkâr edildiği, dillerinin fiilen yasaklandığı bu “tek parti tek şef” dönemini hiç anımsamamayı yeğlemektedirler. Tek parti sisteminin ilk özgür seçimlerle sona erdiği 1950 yılından başlayarak ülkenin sosyo – politik yaşamında tekrar rol almaya başlamışlardır. Aralarından Ekrem Alican (YTP Genel Başkanı, devlet adamı), İhsan Sabri Çağlayangil (yönetici ve Cumhuriyet döneminin en uzun süreli Dışişleri Bakanlarından biri) gibi ana çizgileri dürüstlük olan politikacılar yetişmekte birçok Kafkas çocuğu T.B.M.M’nde devlet yönetiminde ve yönetim dışında, ülkenin ülkenin sosyo – ekonomik, kültürel ve demokratik gelişme aşamalarında görev ve sorumluluk üstlenmektedir.
Bölümle İlgili Bibliyografya:
Nihat Berzeg: Çerkes Sürgünü (Gerçek Tarihi ve Politik Nedenleriyle) Ankara 1996
Sefer E. Berzeg: Kafkasya ve Çerkesler Bibliyografyası. Samsun 1996
Sefer E. Berzeg: Osmanlı İmparatorluğunda Demokratikleşme Savaşımı ve Kuzey Kafkasyalılar (1859 -1908). Kafkasya Gerçeği Dergisi, No: 4, Samsun 1991.
Sefer E. Berzeg: 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşında Kuzey Kafkasya ve Sürgündeki Kafkasyalılar. Kafkasya Gerçeği Dergisi, No: 1, Samsun 1990.
Sefer E. Berzeg: Türkiye Kurtuluş Savaşında Çerkes Göçmenleri, II. İstanbul 1990
Muhittin Ünal: Kurtuluş Savaşında Çerkesler’in Rolü. (2. Baskı) Ankara 2000
Sefer E. Berzeg – Özdemir Özbay: Kuzey Kafkasya Göçmenlerinde Besteciler Ressamlar Hattatlar. Ankara 1971
Alhas Fidarok: Kuzey Kafkasya Göçmenlerinde Kültür Değişmeleri. Ankara 1971
Sefer E. Berzeg: Kafkas Diasporasında Edebiyatçılar ve Yazarlar Sözlüğü. Samsun 1995