Adığe Halk Yazarı – MEŞBAŞE İSHAK

“Eğer toplumunu tanımıyorsan, sevmiyorsan yazamazsın”
Meşbaşe İshak

Çok sayıda tarihi romana imza atmış olan büyük yazarımız Meşbaşe İshak 80. doğum yılı nedeniyle İstanbul ve Ankara’ya davet edilerek okuyucularıyla buluşturuldu. Meşbaşe İshak’ın şiir ve romanlarını sevenler yazara büyük ilgi gösterdi.

Biz de değerli Nart okurları için Meşbaşe İshak’la konuştuk. 80 yaşına girmiş olmasına rağmen dinçliği, idealistliği, yazma – anlatma tutkusu, temiz ve gür Adığecesiyle bizi kendine bir kez daha hayran bırakan bu ünlü yazarımızla yaptığımız söyleşiyi ilgi ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

FİLİZ KAPLAN

Yazı yazmaya nasıl ve ne zaman başladınız?

Çocukluğumda, dedemin bahçesinde (kışları haç’eşinde ) insanlar toplanırdı. Haçeşe gelen yaşlılar, masallar söyler, Nart Destanlarını anlatırlar, konuşmalarını atasözleri ile süsleyerek söylemek istediklerinin anlaşır ve etkili olmasına özen gösterirlerdi. Büyüklerimizin hemen hemen her gün bıkmadan usanmadan anlattıkları olayların başında Adığe-Rus savaşları geliyordu. Sürgün hakkında anlattıklarını bana duyurmak istemezler, fısıldayarak konuşurlardı. Ben de meraklıydım, oları dinleyebilmenin bir yolunu bulurdum. Dedemin akıllı ve güzel konuşuyor olması, tarihimiz konusunda malûmat sahibi olması yetişmemde etkili oldu. Yedi yaşında okula girdim. Derslerimizi Adığece yapardık. Öğretmenim Peneşu Yusuf’du. Kendisi Mısır El Ezher Üniversitesi’nde okumuştu. Beni üçüncü sınıfa kadar o okuttu. Yazmaya teşvik etmek için o günkü hava durumunu, günün olaylarını yazılı olarak anlatmamızı isterdi. Çocukların anlatım gücünü geliştirmek için öğretmenlerimiz bu tür metotlar izlerdi. İlk işittiğim şiir Nart Sosruko’nun şiiri idi. Benden yaşça büyük olan ağabeylerim, diğer öğrenciler Sosruko şiirini makamla okudukları zaman çok etkilenirdim. İlk olarak Hatko Ahmet’in şiirlerini okudum. Hatko Ahmet Adığe literatürünün temelini atan kişilerdendir. 1945 yılında ikinci dünya savaşı bitip, savaşa katılan askerler köye geri döndükleri zaman köyde bir toplantı yapılmış, -zaferi kutlama- toplantıda gördüklerimden çok etkilenmiştim. Eve geldiğimde gördüklerimi nesir olarak yazmıştım. O şiirim kitaplarımda yer alıyor.

Yeteneğinizi bu şekilde mi fark ettiniz, bu kadar çok üreten, bu kadar güzel şeyler ortaya çıkaran bir yazar olarak sizce yazmak için sadece yetenek yeterli mi, yeteneği geliştirmek için nelere ihtiyaç var, çok eser meydana getirmenin sırrı nedir?

Yazmak için bir yetenek olması lazım ama o yeteneğin olup olmadığını insan kendisi de bilmez. Ben de bilmiyordum, söyleyecek bir şeyim yok onla ilgili. Yazmak, insan yaradılışında olan bir özelliktir sanrım. Mensup olduğu halkın duygu ve düşüncelerini anlamıyor, halkının üzüntülerini, sevinçlerini paylaşmasını bilmiyorsa insan yazamaz. Önce bu duyarlılığa sahip olmak lazım.

Kendime sürekli sorduğum üç soru var. Bu sorular felsefenin de peşinde koştuğu sorular: İnsan neden dünyaya geldi? İnsan doğup büyüdükten sonra nereye gidiyor, nereye yöneliyor? Bu gittiği, yöneldiği yerde ne yapacak? İşte bu sorulara cevap arıyorum; tabi verilen cevaplar gerçekçi olmalıdır, inandırıcı olmalıdır. Altmış yıldır bu üç sorunun cevaplarını düşünerek, vermem gereken yanıtları dikkate alarak yazıyorum. Şunu da söyleyeyim, bu sorulara hala tatmin edici bir cevap bulmuş değilim. Yanıtım olsaydı yazma eylemim de biterdi sanırım.

Çocukluğumda evimizin çitinden baktığım zaman sadece komşunun evini görürdüm, çitin üzerine çıkıp baktığım zamanda daha uzakları görme imkânı vardı. Yerle göğün birleştiği noktada ne vardır? Hep onu merak ederdim, şimdi de ediyorum.

Yazma eylemim bitmedi. Sekseninci yaşımda anılarımı yazdım. Şimdi sürgünü yazmak istiyorum, ağırlıklı olarak diaspora yaşamını…

Anılarımı yazdığım bitirdiğim halde halen sorumluluğum bitti, işim bitti diye bakamıyorum. Halen bir şeyler yapmak mecburiyetindeymişim gibi geliyor bana, merak içerisindeyim. Çeşitli dillerde yayınlanmış 112 kitabım var. Yazdığım artık yeter diye otursam da olur ama acaba bir şeyi eksik mi bıraktım, acaba yazmadığım bir şey kaldı mı, değinmediğim bir sorun, bir konu kaldı mı? diye sürekli bir endişe içerisindeyim. Bu endişe yeniden beni yazmaya itiyor.

En çok yazmak istediğim, beni en çok üzen Adığe halkının başına gelen büyük felâket. Bütün Adığelerde Adığelik bilinci olmalı, Adığe dilini hepimiz öğrenmeliyiz, öğretmeliyiz ve dilimizin gelişmesi için her alanda kullanmalıyız. Korumalıyız dilimizi. Dünyada birçok halk var, biz de onlardan biriyiz. İyi, güzel yanlarımızı, dertlerimizi, problemlerimizi diğer halklara da anlatmalıyız. Adığeleri öne çıkaran güzel özellikleri, güzel adetleri var. Genç yaşlı ilişkileri, kadın erkek ilişkileri, küçüklerle büyükler arasındaki ilişkiler… Bunları diğer toplumlara iyi anlatabilmemiz, iyi gösterebilmemiz lazım. Bizim en önemli özelliğimiz bunlar. Adığeler dünyada en eski halklardan birisi. İnsan yoktur ki beşikte yatıp, mezarı olmasın. Ulusların yaşamı da insan yaşamına benziyor. Bizde yaşlı bir ulusuz, yok olmamamız için neler yapmamız gerekir? Geleneklerimizi, davranış şekillerimizi, toplumsal ilişkilerimizi gösterebilmeli, anlatmalıyız. Bunu yapmazsak yok oluruz. Amaç edindiğimiz, olmasını istediğimiz her şeye sahip olamadık. Küçük bir halk da olsak, biz de mücadelemize devam ediyoruz. Bizi bütün dünya tanımalı, bilmeli.

Meşbaşe İshak nasıl yazıyor, yani yazarken nasıl bir ruh halinde oluyor?

Bugün buraya geldik, burada oturuyor, konuşuyoruz. Ben şu anda dahi yazacağım şeyleri düşünüyorum. Sizinle konuşurken bile bundan sonraki kitabımda ne yazacağımı düşünüyorum. Bu düşünceler hiç beni bırakmıyor. Rüyamda da aynı şekilde yazdığım şeyleri görüyorum, yazdığım şeyleri düşünüyorum. Bu ölüme kadar devam edecek bir şey.

Eserlerin kalıcı olması için toplum tarafından, insanlar tarafından beğenilmesi, sevilmesi lazım. Beğenmezse kapağını açar kapatır, işte onun için endişeleniyorum. Örneğin, romanlarda geçen kahramanları iyi insan, kötü insan diye karakter yapısını kendin belirtmeden, anlatım şekli ile okuyucu direk kendisi anlayabilmeli. Sen doğrudan söylememelisin.

Her gün yazıyorum. Sabah erken kalkıp yazıyorum. Müslümanlar nasıl abdesti alıp namaza otururlarsa bende kendi çalışma masama oturup yazıyorum. Yazar tek bir insan, tek bir kişidir. Ona hiç kimse yardım edemez. Annesi, babası, kardeşi, çocuğu ona destek verecek, yardım edecek kimse yoktur. Seksen yaşıma geldim, uzun bir ömür yaşadım. Ama halen tüm yazmak istediklerimi yazdığımı düşünmüyorum. Amaçladığım şeylerin gerçekleşmesi için Tanrıya yalvarıyorum, ‘yardımcı ol, iyilik et bana’ diye. Müslümanların en önemli olan ayetlerini üç kere okuyorum. Yazmaya oturduğumda bir güç kalemimin yazmasını sağlıyor. Tanrı yardım ediyor diye düşünüyorum.

Yazmaya ne kadar zaman ayırıyorsunuz? Başka meşguliyetleriniz de var…

Gençken bir günde on beş, on altı saat oturup yazar, çalışırdım. Şimdi on saat çalışıyorum. Böyle söylüyorsam on saat yazdığımı sanmayın. Her gün bir sayfa yazıyorum. Dört ayrı derginin baş redaktörüyüm. Her gün işe gidiyorum. Her bir dergi için beşer kişi görevli. Bütün onların yazdığı şeyleri teker teker kontrol ediyorum. Kendi kitaplarım dışında bunlarla da uğraşıyorum. Sosyal sorumluluklarım da var. 1958’den 2011 yılına kadar Adıgey, Krasnodar, Sovyetler Birliği parlamentosunda milletvekilliği yaptım. Halen bu tür çalışmalarım var. İnsanlarla karşılaşıyoruz, buluşuyoruz, toplantılara gidiyoruz, beni davet ettikleri yerlere gidiyorum. Sadece Adığeler ile değil, Ruslarla da buluşmalarımız oluyor. Yunanlılarla, Tatarlarla toplantılarımız oluyor. Ama toplantı kiminle olursa olsun her yerde Adığelerin sesini duyuruyoruz.

Kitaplarınızda yarattığınız kahramanları nasıl oluşturuyorsunuz. Bunları oluştururken beslendiğiniz kaynaklar neler? Zane Seferbiy, Şırandıko Brzeç, Nekras Mişk, Şerel’ıko Nağo vs. meselâ. Tarihi roman yazdığınıza göre kahramanlarınız tarihin bir döneminde, olayın geçtiği zamanlarda yaşadıklarını sanıyoruz.

Tarihten alıyorum bütün konularımı, gerçeklere daha yakın oluyor. Arşivlerden yararlanıyorum. İstanbul’da da başka yerlerde de Adığeler ile ilgili çok fazla arşiv var. Kafkas halkları içerisinde en çok arşivlerde belgesi olan Çerkesler. Bu arşivdeki belgeleri okuduktan sonra yazacağım romanı düşünüp oluşturuyorum. Sadece Ruslar değil bizimle savaşan Rus Kazakları da anlatıyorum. Romanlarımı yazarken, tarihi olayları verirken hiçbir zaman için kanı, gözyaşını teşvik edecek şekilde bağlamıyorum sonuçlarını. Romanlarımı bu şekilde yazmıyorum, kanlı kamaları göstermiyorum romanlarımda. Ben barışı seviyorum, savaşı değil. Halkların birbirine düşman olmaması için onlara dikkat ediyorum.

Romanlarınızda tekerleme ve atasözlerini çokça kullanıyorsunuz. Bu kadar atasözü, tekerleme vs. gibi folklorik öğeleri kendiniz mi derlediniz?

Annem bu atasözlerini sürekli bana öğretirdi. Annemden en az bin tane atasözü öğrendim. Ayrıca dedemin evine gelen diğer yaşlıları dinlerken onlardan da çok tekerleme ve atasözleri duydum. Bu şekilde romanlarıma bunları aksettirebildim. Çok atasözümüz var. Atasözlerinin bu kadar anlamalı ve zengin olması halkımızın bilgeliğine dayanıyor. Yazarken bu atasözleri aklıma geliyor, sonra ben onlara felsefe yüklüyorum.

Peki diasporadaki Adığelere ne söylemek istersiniz? Türkiye’deki Adığelerle ilgili neler düşünüyorsunuz?

Her iki taraftaki Adığelere de söyleyeceğimiz söz aynı, gerek Türkiye gerek Kafkasya’dakilere: “Adığeliğinizi unutmayın, birbirinize saygınız olsun, büyüklerinize, küçüklerinize, diğer milletlere saygınız olsun”. Bir Adığe atasözü: ”Yaşlısı olmayanın gencide olmaz” der. Biz gençlerimize değer vermezsek, onlar da bize değer vermezler. Seni doğuran ana senin için çok şey yaptı; süt verdi, insan yaptı, eğitti, yetiştirdi. Belli bir yaşa geldiğin zaman anneyi babayı kaybediyorsun. Onların sana yapmış oldukları şeyleri bir daha senin onlara yapma şansın da kalmıyor. Annem ve babam için yapamadıklarımı şimdi çocuklarıma yapıyorum. Annem için yerine getiremediğim sorumluluklarımı çocuklarıma yaparak görevimi bu şekilde yapıyorum. Dünya bu şekilde devam edip gidiyor. ”Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır”diyor atasözü. Tatlı konuşmamız lazım, iyi sözler söylememiz lazım, olumlu şeylerden bahsetmemiz lazım ancak sevinç ve keder hayatta hep yan yana yürüyor. Çocuk doğduğu zaman seviniyoruz, biri öldüğü zaman üzülüyoruz. Bir gün güneş doğuyor hava gayet güzel açık, ertesi gün bakıyorsun bulutlar gökyüzünü kaplamış yeniden kötü bir hava hâkim olmuş fakat tekrar güneş doğuyor, tekrar bulut geliyor. Yaşamda da bu şekilde iyi ve güzel şeyler ard arda gelerek devam ediyor.

Dünyada yüzlerce halk var, kimi büyük kimi küçük, nüfusları itibarîyle. Bir ulus olarak yaşamak istiyorsan dünyada, bu dünyada yaşayan diğer uluslarla bir anlaşmaya varabilmen, onlarla bir uyum sağlaman lazım. Adığelerin kat ettiği tarihi yola baktığımız zaman, mutlu, huzurlu olaylar da var, çok üzücü, kederli olaylarda var. Ama daha çoğu üzücü, kederli olaylardan müteşekkildir. Ulusumuz iki parçaya ayrıldı: halkımızın bir kısmı Rusya Federasyonu içinde kendi vatanında yaşıyor; diğer bir kısmı da Türkiye’de. Zorla, istemeyerek kendi vatanlarından koparılıp, denizleri aşarak bilmedikleri, tanımadıkları bu ülkede yaşamak durumunda kaldılar. Bu ülkenin halkları bizimle ekmeklerini, sularını paylaştılar. Türkiye’de yaşayan Adığeler yaşadıkları bu ülkeyle bir uyum sağlamalı. Ancak hiçbir şekilde Adığeliğini kaybetmemeli, unutmamalı. Adığelere kucak açan bu ülkeye, halklarına teşekkür etmemiz lâzım. Bizimde yaşadığımız ülkelerin hükümetlerine teşekkür ettiğimiz zamanlar oluyor. Öncelikle kendimize teşekkür etmeliyiz ki bu dünyada bir varlık, yaşama mücadelesi verdiğimiz için.

(Söyleşi sırasında masa üzerinde bulunan Nart dergilerinden birinin kapağı dikkatini çekiyor ünlü yazarımızın. Nart dergisinin 78. Sayısının kapağında bulunan bu yıl kaybettiğimiz Abhazya eski Devlet Başkanı Sergey Bagapş’ın fotoğrafına bakıyor uzun uzun… “Arkadaşımdı” diyor… )

Adığe Abhaz kardeşliği ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Çok çok eski cağlarda tek bir ağaçtık. Fakat ağaç büyüdü dal budak saldı, kökünden fışkıran filizler de ayrı ayrı ağaç oldular. Abhazya’ya gittiğim de adet, gelenek ve yaşam şekillerini gördüğüm zaman, bazen kendimi Adığey’in bir köyünde zannediyorum. Fakat zaman ve toplumların karakterlerinin oluşmasında etkili olan faktörler bizi dili ve ulusal karakteriyle farklı halklar haline getirdi. Abhazlar güç duruma düştüklerinde onların yanına ilk koşan Adığeler oldu. Çok insanımız can verdi Abhazya’da. Ben de o zamanlar destek verdim. Dört kişi Moskova’ya gittik. Bütün görüşmek istediğimiz insanlarla buluştuk, görüştük. Milletvekillerini Rusya milletvekillerini hem Abhazya’ya hem Gürcistan’a sorunun çözümüne katkı sağlamaları için gönderdik. Gürcistan her ne kadar saldırdıysa da, Abhaz halkının direnci sayesinde topraklarını ele geçiremedi. Benim yaptığım destek ve yardımın karşılığı olarak Bagapş’ta beni Abhazya’ya davet etti ve ülkesinin en değerli madalyasıyla beni onurlandırdı. Abhazya Akademisyenleri Birliğine beni de aldırdılar. Üç gün konuk ettiler. Büyük bir toplantı yaptılar, parlamento binasında şiirlerim okundu, insanlar kalabalıktı, bana değer verdiler. Arzınba’yı da iyi tanıyorum. Arzınba ile yana yana Rusya parlamentosunda oturduk, çalıştık. Birbirimize yardım ederek, birbirimize destek çıkarak yaşarsak daha iyi olur. Kardeşimiz onlar.

Bize zaman ayırdığınız ve sorularımızı yanıtladığınız için çok teşekkür ederiz.

Rica ederim, ayrıca şunu da söylemek istiyorum. Sekseninci yaşım dolayısıyla İstanbul’da Ankara’da beni ağırlayan, misafir eden herkese, değerli okurlarıma çok müteşekkirim. Her iki yerde de beni karşılamalarından, bana değer vermelerinden çok çok mutlu oldum, çok teşekkür ediyorum.

M. İshak: “Benim romanlarımı genç, yaşlı birçok insan okuyor hatta yolda durduruyorlar, bilmediğimizi öğretin diyorlar, Kazaklar, Ruslar onlar da teşekkür ediyorlar. Şuna dikkat ediyorum yazarken hiçbir zaman kılıcımdan kan damlamıyor. Yani toplumları, insanları birbirine kışkırtmayı aklımın ucundan geçirmedim, geçirmem de. Çünkü okuyan gençler kinle, nefretle büyüyecekler, oda uluslar arasında halklar arasında olumsuzluklara, düşmanlıklara neden olacaktır. Size de aynı şeyi tavsiye ediyorum, nerede yaşarsanız yaşayın insanlarla barış içerisinde, sevgi ve saygı içerisinde yaşamayı sürdürelim.”

 

Mevlüt Atalay: “Ishak’ın bütün şiirlerinde savaş var ama savaşı anlatmıyor. İnsanların geleceğe umutla bakması, birbirlerini sevmeleri, saygı duymalarına önem veriyor İshak. Adığe tarihini tarihçiler kadar hatta onlardan daha iyi bilen bir yazar. Meşbaşe İshak ‘ı okumadan Adığe tarihi hakkında fikir yürütmek, yorum yapmak büyük bir eksiklik olur. ”

İbrahim Çetaw: “Meşbaşe Ishak’ın yaşamı sadece edebiyat çalışmalarıyla geçmedi, onun dışında yaptığı toplumsal politik alanda önemli çalışmalarda da bulundu yaşamı süresince. Sovyetler döneminde Adıgey ve Krasnodar Kray’ın parlamentolarında ve 1989 yılında Sovyetler Birliği parlamentosunda milletvekili olarak görev yaptı. 1983 yılından beride Adıgey Yazarlar Birliği başkanı, Rusya Yazarlar Biriliği başkan yardımcısı aynı zamanda Bağımsız Devletler Topluluğu Yazarlar Birliği yönetim kurulunun da üyesi olarak da görev yapıyor. Yazarlar birliği başkanı iken diğer yazarların yetişmelerine, diğer yazarlarında önemli eserler vermelerine katkıda bulundu, onlara ön ayak oldu. 1983 yılında o göreve geldiği zaman yazarlar birliğinin dokuz tane üyesi vardı, bugün ise otuz beş tane üyesi var. Birçok Adığe yazarı İshak’ın görev döneminde Adıgey’in onuru gibi, Adıgey’in saygın yazarı gibi önemli devlet madalyalarını, önemli devlet nişanlarını almıştır. Yazarların adına müzeler açıldı, yazarların yaşadıkları yerlere onların anı levhaları yapıldı, yazarların isimleri sokaklara, caddelere verildi. Bunların hepsi sayın üstadımızın yazarlar birliği başkanlığı döneminde yaptığı önemli işler arasında. Onun dışında tabi bu ülkede toplumsal, politik gerek edebiyatla ilgili yaptığı çalışmalardan dolayı önemli nişanlar, madalyalar, armağanlar kazandı. Bunlardan kısaca bahsetmek istiyorum:

Adıgey, Kabardey -Balkar ve Karaçay-Çerkes Cumhuriyetleri’nin halk yazarı, Sovyetler Birliği, Rusya Federasyonu ve Adıgey Cumhuriyeti’nin devlet edebiyat ödüllerini aldı. Ayrıca büyük Rus yazarları: Şovolov, Ostrovski ve Fadeyev adına düzenlenmiş olan edebiyat ödüllerini aldı. Ülke edebiyatına yaptığı katkılar nedeniyle Rusya Federasyonu’nun ikinci, üçüncü, dördüncü derecedeki devlet nişanlarını aldı. Halkların dostluğu ve barış nişanları ve Adıgey Cumhuriyeti’nin en önemli nişanı: Adıgey onur madalyasının da sahibidir. Diğer yandan Dünya Çerkes Bilim Akademisi, Abhazya Cumhuriyeti Akademisini, Adıgey Devlet Üniversitesi ve Maykop Teknoloji Üniversitesi’nin fahri profesörüdür.”

 

Meşbaşe İshak’ın “Bitmeyen Umutlar”, “Taş Değirmen” adlı romanları Yenemıko Mevlüt Atalay tarafından Türkçe’ye çevrilmiş ve KAFDAV tarafından yayınlanmıştır. “İki Esir” adlı romanı da yakında yayınlanacaktır.

 

En İyi Oyun Blog