Geçenlerde internette yazışan bir arkadaşın “Türkiye´deki 10.5 milyon Çerkes var, bu konuda elimizde belgeler var” diye yazınca cevap verme gereğini duydum. Cevabıma gelen cevabın özü “Aslında haklısınız ancak insanları ürkütmemek lazım” idi.
Gürcistan´ın Abhazya´ya müdahalesini takiben farklı ortamlarda kamuyu bilgilendirme toplantıları yapılıyordu. Bunlardan Ankara´da yapılan bir toplantıda ben dahil bizden birkaç kişi ve bir kaç da gazete köşe yazarı konuşmuştu. Türkiye diasporası için verilen sayılar 3 – 12 milyon arasında değişiyordu. Sona doğru konuşan bir köşe yazarı,
“-Önce kaç kişi olduğunuz konusunda karar verin, sonra buna göre konuyu yeniden ele almanızda yarar var “ demişti. Çok anlamlıydı, bunu hiç unutamadım.
Konunun önemi nedeniyle bu arkadaşa yazmış olduğum yazıyı biraz genişleterek yayınlamanın yararlı olacağını düşündüm.
Gerçeklere dayanmayan, ayağı yere basmayan bir veri ile strateji geliştirilebilir mi? Tabi ki hayır. O zaman neden devamlı sayıları şişirir, öncelikle kendimizi kandırır dururuz?
Bu bizi yanlış yerlere götürmez mi?
Eğer Türkiye´de 10.5 milyon Kuzey Kafkasyalının varlığını kabul edersek karşımıza neler çıkar:
1. Osmanlı topraklarına sürülen Kuzey Kafkasyalılar hiç nüfus kaybı yaşamamıştır.
2. Bugüne kadar hiç kimse asimile olmamıştır, asimilasyon denilen şey bize uğramamıştır.
3. Büyük dağları da ben yarattım diyebilecek kadar büyük bir güçtür.
Her şey yolunda gitmektedir ve dolayısı ile yapılması gereken hiçbir şey yoktur, alınması gereken hiçbir önleme de gerek yoktur.
Yani bu yalanla kendimizi kandırıp, bu sayının verdiği mutlu bir rehavetle yan gelip yatılabilir!
Kafkasya’dan sürülenlerin, yollarda ölenlerin sayıları, kimin nereye çıkarıldığı bilinmediğinden, ölümlerin düzenli bir kaydı tutulamadığından Kuzey Kafkasya’dan sürülmüş olanların sayısı hakkında çok farklı tahminler bulunmaktadır. Bu tahminler 500.000’den 2.000.000’a kadar değişebilse de ciddi kaynaklar dikkate alındığında güvenilir araştırmacıların verdiği sayılar 1.200.000 civarında dolaşmaktadır.
-Kuzey Kafkasya’dan sürülen bu nüfusun bir kısmının yollarda hastalık ve açlıktan öldüğünü,
-Osmanlı topraklarına çıkarılanların bir kısmının ilk anda yine hastalık ve açlıktan öldüğünü,
-Hastalık ve açlıktan kurtulsun diye bazı çocukların verildiğini,
-Osmanlı topraklarına çıkmış olan bu insanların köle fiyatlarını düşürdüğünü,
-Savaşa gönderilmeme konusunda söz verilmiş olmasına rağmen hemen savaşa gönderilen gençleri,
– Bu nüfustan bir kısmının Suriye, Ürdün, İsrail, Balkanlar, Irak gibi yerlerde yerleştiklerini,
– Bazı bölgelerde istenmediklerinden yeniden yola çıkarılıp farklı yerlere gönderildiklerini,
-Bazı yerlerde sadece “Çerkes Mezarlığı”nın kalmış olduğunu,
dikkate alacak olursak, sağlıklı bir şekilde yerleşebilmiş olan Kuzey Kafkasyalı sayısına ulaşılabilir.
Kuzey Kafkasya’dan sürülmüş 1.200.000’lük sayının bugünlere taşınabilmesi için aşağıdaki faktörlerin dikkate alınması gerekmektedir :
İlk günlerde şehirlere yerleştirilmiş ve çok hızla yok olmuş olanlar,
İlk günlerden başlayan yabancı kültürden kişilerle evlilikler,
İklim uyuşmazlığı nedeniyle yoğun ölümler,
Düşük nüfus artışı,
İlk günlerde evlilikler ve şehirlere yerleşerek yok olanların sayısı önemlidir. Hafif yukarıya yuvarlayarak 1000 denilen köy sayısı dikkate alınarak basit bir hesap yapılacak olursa buradaki çıplak gerçek bizleri şaşırtacaktır:
Kırsal yerleşim sayısı ..…………: 1000 Köy
Köylerdeki ortalama hane sayısı: 80 hane/köy
Ailelerdeki ortalama birey sayısı: 6 kişi/hane (1) (1. Köy başına ortalama 80 hane , hane başına ortalama 6 kişi iddialı sayılardır.)
ile tüm kırsal yerleşimlerde yaşamakta olan kişi sayısı =1000 x 80 x 6 = 480.000 kişi çıkacaktır. Bunu hesap kolaylığı açısından 500.000 olarak alalım.
Genel kabul gören 1.200.000 kişiden 100.000 kişinin sağlıklı bir yerleşim sağlanıncaya kadar açlık ve hastalıktan yok olduğunu düşünecek olursak
İlk yerleşimde köyler dışında kalan kişi sayısı = 1.100.000 – 500.000 = 600.000 kişi gibi korkutucu bir sayı çıkmaktadır. Kısaca nüfusun % 55 i kırsal alanlar dışına yerleşmiştir. Bu da Türkiye´de yoğun şehirleşme hareketlerinin başladığı 1960’ları beklemeden şehirlerde asimilasyona açık olan nüfusumuzu göstermektedir. Yerleşebilmiş nüfusun yarısının ilk başta şehirlerde ilk günden itibaren asimilasyona açık olduğu gerçeği hiç dikkate alınmamaktadır.
Başlangıçtaki bu köy dışı yerleşimciler dikkate alınmadan nüfus bugüne taşındığında (2) ( 2. Bu hesabın yapılmış olduğu tarih 2005’tir)
Türkiye´de 3.300.000 Kuzey Kafkasyalı çıkmaktadır. Bu genel nüfusun dağılımı:
Adığe…………………………: 2.600.000
Abaza…..………………….. : 400.000
Çeçen, Dağıstanlı, Oset ……: 300.000
TOPLAM……………….……: 3.300.000
Bu sayıya, burada çok önemli bir etkeni “yokmuş gibi” kabul ederek, yani ilk günlerde köyler dışına yerleşmiş bulunan 600.000 kişinin asimilasyonunun köylerde yaşayanlarla eşit kabul ederek ulaşılmıştır.
Bu faktörü de dikkate aldığımızda iyimser bir hesapla nüfusumuzun 3.000.000 olduğunu söyleyebiliriz.
Adığe(Çerkes)………….……: 2.360.000
Abaza…..………………….. : 370.000
Çeçen, Dağıstanlı, Oset …..: 270.000
TOPLAM……………………. 3.000.000
Bu sayıları okuyan pek çok K.Kafkasyalının gönlünden geçen sayıların çok daha yüksek olduğunu biliyorum. Ancak ne yapalım ki gerçek bu!
Köylerde yerleşmiş bulunan üzerinde şehirleşme etkisi olmasaydı günümüzde yaklaşık 1.350.000 kişi köylerde yaşıyor olacaktı. Ancak günümüzde köylerde yaşamakta olan nüfusumuz en iyimser tahminle 150.000 kişidir. Bu sayının kabullenilmesi, gerçeklerimizin görülmesi ve buna göre önlem alınmasını gerektireceği için önemlidir. Tek tek köy sayımlarına girmeden, yine basit bir yaklaşımla konu anlaşılabilir hale getirilebilir:
750 Köy
40 hane/köy
5 kişi/hane (4)( Gerçekte bu ortalama değerler içine girebilecek köy sayısı 650 civarındadır.)
Bu hesapla günümüzde köylerde yaşamakta olan K.Kafkasyalı sayısı = 750 x 40 x 5 = 150.000 kişidir.
3.000.000
– 150.000
2.850.000 kişi köyler dışında yaşamaktadır ki bu rakam abartılı olmayıp Türkiye’nin çarpık şehirleşme gerçeğini yansıtmaktadır.
Peki, tüm bu sayılar ne anlama geliyor?
1. Nüfusumuz 3.000.000 dur. Bu nüfusun 150.000’i köylerde geriye kalan 2.850.000’i şehirlerde yaşamaktadır.
2. Sürgünü takip eden ilk yıllarda köy kapalı toplumu içinde, yine köy yaşantısına uygun olan, gelenek ve göreneklerini korunabilirken artık şehirli olunmuştur. Ancak günlük yaşamla ilgili gelenekler şehir yaşamına uygun değildir.
3.Köylerde sosyal kontrol altında gerçekleşen evlilikler yerini artık sosyal kontrolün olmadığı şehir ortamında yabancı evliliklerine bırakmış, bu evliliklerin oranı çok önemli boyutlara varmıştır. Her yabancı evlilik, takip eden evlilikler için örnek oluşturduğundan yabancı evlilik oranı katlanarak büyümektedir.
Ne yapmalı?
1. Bir halkın geleceğini belirlediği için yabancı kültürlerden evlilikleri durdurmak amacıyla kesin kararlar alınmalı ve bu kararlara uyulması için ısrarlı olunmalıdır.
2. Yasal olarak izin verilmiş bulunan Çerkesçe aile isimlerimizin soyadı olarak alınması gerekmektedir.
3. Şehirli nüfusa göre örgütlenmelidir.
4. Şehir nüfusu tespit edilmeli ve bu nüfusa ulaşılmalıdır.
Özellikle evlilikle ilgili itirazları şimdiden duyabiliyorum…
Bu güne kadar durumun fazla farkında olamadan-bilinçsizce yapılmış olan evliliklere denebilecek çok şey olamaz. Onlar bizim insanlarımızdır. Ancak artık ayan beyan ortada olan bir gerçeği hiç kimse göremiyorum diyemez.
Peki bu gidişe dur demek gerekmez mi? Öncelikle buna karar vermek gerekiyor.
Eğer cevap “evet” ise, “bu yok oluşa dur demek lazım” diyebiliyorsak, başka yolu yok!
Cevap “hayır” ise, bu gidişatla yok olmayız diyebilen varsa beri gelsin…
Cevabı “hayır” olarak verenlerin bireysel kararlarına saygı duyuyoruz, ancak bizim de kararlarımıza saygı duymalarını rica ediyoruz…
Eğer bizi daha az sevip başkalarını daha çok seviyorsanız, izin verin de bizlerin de sizleri daha az sevme hakkımız saklı kalsın…
Pek çok kişi bu önermeleri çok keskin bulabilir. Zaten son yılların modası bu. İşine gelmeyen gerçekleri kaçak güreşmeden “ açıkça” savunanlar dedikodu kanallarında keskinlikle suçlanır. Böylece uyumlu(!) bir insan olma payesi de kendine çıkarılır.
Peki eğer bir gencimiz fazla bakınmadan “gönlüne” göre bir yabancı evliliği yaptığında hep birlikte düğününe katılıp biraz dans, biraz çiftetelliyi takiben arkadaşımıza ayıp olmasın diye biraz da Çerkes düğünü yaparsak, arkadaşlığımızda hiçbir değişiklik olmaz ise, hiç tepki görmeden iki toplumdan da akrabaları olma lüksü içinde şişinip durmasına destek olursak arkadan gelenler için ne model oluşturmuş oluruz acaba?
Soyadına da itirazları duyabiliriz…
Soyadını almak ta nereden çıktı şimdi diyen, bu güne kadar böyle idare ettik, benim resmi evraklarımı yeniden yapmak zor diyen, Çerkesçe soyadıyla iş bulamam diyen, bu güne kadar herkes beni böyle tanımıştı diyen vs. vs. bir sürü itirazı duyabiliriz.
Peki;
Soyadlarımızı alsak da bu halkın geleceğinde herkesin birbirini hemen hemen tanıyabileceği ortamı yaratsak kötü mü olur?
Gençler okullarında, iş ortamında birbirlerini soyadlarından hemen tanısalar iyi olmaz mı?
Pek çok halkta yok iken bizde var olan ve binlerce yıldır süren soyadlarımızın kaybolmamasını sağlamak geçmişimize borcumuz değil midir?
Soyadlarını alıp birkaç resmi evrakımızı düzenleyip halkımızın yaşamasına katkıda bulunmak, kendi halkının devamını sağlayacak eş seçimini yapmak onun için savaşıp ölmeye hazır olmaktan daha mı zor ?
Tarihi borcumuzun bilincinde, elimiz yüreğimizde, samimi bir şekilde, yapılması gerekip de yapılması mümkün olanları yapalım…
YORUMLAR
Bugün Çerkes nüfusunun Türkiye’de ne kadar olduğuna ilişkin Sn. Şamil Jane’nin tahmini sayılarını okudum. Tahminde doğruluk payı olabilir. Burada benim üzerinde durmak istediğim bir iki konu var.
1- Çerkes (Adığe) ve de Abhaz-Abazin nüfusun en büyük örgütü ve temsilcisi olduğu iddiasında olan Kaffed’in kuruluşundan bu güne dek yöneticilerinden biri olan Şamil JANE; Çerkes (Adığe – Abhaz) ve diğer Kuzey Kafkasyalı halkların sayılarını böyle varsayımlarla mı açıklamalı? Yoksa daha güvenilir bir sayımı gecikmişte olsa KAFFED’in yapması gerektiğini söylemeli ve gerçekleştirme girişiminde bulunmalı mıydı?
2- Esas en üzücü olan; Türkiye’de Çerkes -Adığe Ulusal Mücadelesi içinde olan (ya da olduğu iddiasında olanların) dostlarımızın, arkadaşlarımızın, ağabeylerimizin, NE YAPMALI dediklerin de sorunun çözümü için saydıkları maddelerin içinde; EN KISA SÜREDE EN ÇOK İNSANIMIZIN ANAVATANA DÖNÜŞÜ olarak özetlenebilecek temel düşüncemizin akıllarına bile gelmemesi acıdır. Esas sorun, asıl tehlike buradadır.
Saygılarımla…
Memet YEDIC
Mıyekuape-ADIGEY
“Sn Mehmet Yediç,
1. En azından geçmişe göre, yani herkesin bir sohbet ortamında farklı farklı verdikleri sayılara göre daha iyi bir noktada olduğumuzu düşünüyorum. Bu güne kadar hiç kimse, bir yaklaşımla dahi olsa 1960’lı yıllarda şehirlere yerleşmenin yaratabileceği etkiden bahsetmemişti. En azından bu noktanın önemli olduğunu düşünüyorum.
Türkiye´de konuların içinde bulunarak yaşamış ve sık sık gelip-giden, geçmişte de dernek yönetimlerinde bulunmuş birisi olarak günümüzde en az % 95 i kozmopolit şehirlerde yaşamakta olan, adresleri bilinmeyen bir halkı nasıl sayabiliriz? Geçmişte, saydıysanız, (bulunduğunuz dernek yöneticilikleri, KAFKUR vb dönemlerinde bilmediğimiz çalışmalarınız var ise) nasıl saymıştınız belirtirseniz bize yol gösterecektir, varsa sayıları da alabilirsek çok makbule geçecektir. Veya en azından bugün nasıl sayılabileceği hakkında görüşleriniz ve tavsiyelerinizi bildirirseniz çok yardımcı olursunuz.
Biliyor musunuz bilmem, ancak özellikle 1980 öncesinde böyle bir sayım devletin iznine bağlı idi ve genellikle etnik köken içeren benzeri konularda sayımlara izinler verilmezdi.
Ayrıca bu çalışmadaki yaklaşımların da öyle yatağa yatıp gökyüzüne bakarak kafadan atılmadıklarını da belirtmek durumundayım. KAFFED, KAFDER dönemleri öncesinde Ankara Derneği gençleri olarak pek çok köyü saymıştık(şehirler hariç). İzzet Aydemir´in dergisinde yayınlamış olduğu nüfus sayımları vardı. Ayrıca farklı bölgelerden konunun içinde olan arkadaşlarımızın, yıllara göre bölgelerindeki evlilik, nüfus artış oranları hakkında bilgiler alındı. Bunlar benim yapmış olduğum yaklaşım için kullandığım veriler oldu. Bu bilgilere göre matematiksel bir model oluşturuldu. Sunmuş olduğum yaklaşımlar bu modelin hesaplamış olduğu sonuçlardır.
Şu anda 20 civarında köyde Nüfusa Ulaşım Projesi´ne örnek oluşturması açısından çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalar, köyün mevcut sayısı, köyün kuruluşundan bu güne kadar köyü terk etmiş olan kişilerin sayısal, köyden ayrılanların nerelere yerleştiklerinin adres olarak tespitlerini içermektedir. Bu sonuçların getirilerinin ne kadar önemli olduğunu özellikle dernek yöneticilerimize göstererek daha katılımcı olmaları ve konuyu devam ettirmeleri istenecektir.
2. Halkımız ile ilgili her yazıda mutlaka içi sağlıklı bir şekilde doldurulmadan, aynı şeylerin yazması gerektiğini, halkımızla ilgili tüm sorunların ve tüm cevapların bir sayfaya sığmayacağını da biliyor olmalısınız. Ayrıca, birlikte bulunduğumuz pek çok ortamda, en son bu yazının temeli olan çalışmanın sunulduğu, İstanbul-Bağlarbaşı derneğindeki seminerde konunun sonuç olarak sadece dönüş ile çözülebileceğini dinlemiş olduğunuzu umuyorum. Ayrıca bu konu tarafımdan bölgelerde verilmekte olan seminerlerde işlenmekte ve asimilasyonu önleyici önlemler anlatılmakta-tartışılmakta ve bunun ötesinde çözümün dönüşte yattığı işlenmektedir.
Kendini koruyamayan, yabancı evliliğini yapan, soyadını ve soyunu kaybeden bir halkı hiçbir yere döndüremezsiniz, çünkü döndürülecek hiç kimse kalmamış olacaktır. Bu gerçeği vurgulamaya çalışıyoruz. Yoksa siz, şu anda %50’nin çok üzerinde olan yabancı evliliğine, soyadlarının yeni nesiller tarafından bilinmemekte-kaybedilmekte olmasına rağmen dönüşün gerçekleşebileceğini mi düşünüyorsunuz ?
Yabancı evliliğini durdurmayı hedefleyen bir çalışmanın, Adığece soyadlarının alınması için yapılacak çalışmanın kolay olacağını, bunları hedefleyen bir çalışmaya enerji harcanmasını yanlış bulabileceğini düşünemiyorum.
Bu sayfa sınırlarına sığmamış olan konuları gelecek yazılarımda bulabileceksiniz.
Eleştirilerin yanında, her zaman, herkesten “nasıl yapılması” ile ilgili somut önerileri beklemekte olduğumuzun bilinmesini rica eder, göstermiş olduğunuz ilgi için teşekkür ederiz.
Selamlar,
Şamil JANE ”
Ben Savsır Özbay,Şamil beyin ismini Bursa’da otururken duyardım.Dernekte de kendisini görürdüm ama hiç konuşmadık.Kendim ilk öğrenimimi bitirdim ve Bursa’da babamın isteğiyle yatılı bir liseye başladım.Babamlar beni okula bırakmak için götürdüklerinde bilmediğim,tanımadığım bir çevre ve okulla karşı karşıya geldim.Canım sıkılmış olarak beklerken Kemalpaşa’dan birini yanıma getirdi.Bu kişinin de Adığe olduğunu söyledi ve “okula senin gibi burada başlayacak” dedi.Arkadaşla tanıştık,o an yalnızlığım geçmiş kendimi daha güçlü hissetmeye başlamıştım. İki Adığe kol kola verip yeni okulumuzda gezerken çocuklar arasında Savsır ismini duydum. Biraz kulak verince de ismimi ilk kez duyduklarını ve merak ettiklerini anladım.O an babamın “TEK OLMAK AYRICALIKTIR, HELE ADIĞEYSEN” sözü aklıma geldi.
Ertesi gün sınıflara geçince öğretmenlerimiz ve üst sınıflardan gelenler isimlerimizi sorunca gerçektende ismimin tek ve farklı olduğunu anladım. Bir anda okulda ismimden dolayı tanınır olmuştum. Bu sayede okuldaki Kafkas kökenlilerde beni buldular. Kendileriyle ne olduğunu anlamadan kaynaştık.Hatta,orada birbirinden habersiz olanlarda tanıştılar. Neden bu anımı yazdım derseniz, Sayın Şamil Beye katıldığım içindir. Bana göre de, birbirimizi bilmemiz için, orijinal isimlerimiz ve aile isimlerimizi kullanmalıyız ki kimliğimiz ortaya çıksın.
Saygılarımla
Ghunekho Savsır Özbay
Sayın Şamil Jane
Bugün, “Çerkes Nüfusu” yazınızı okudum. Tahminlerinize katılıyorum, “üç milyon” doğru bir tahmin gibi görülüyor. Yazınızı okuyunca, sizinle görüşlerimi paylaşmak istedim.
Ben 1944 İstanbul doğumluyum. Geleneksel Türk sanatları Tezhib-Minyatur
eğitimi almama rağmen uzun yıllar Reklamcılık-Matbaacılık ve Yayıncılık yaptım.
Şimdi de Elektronik Reklam Panoları yapmaktayım
Babam Düzce’nin (eski adı-Şaolohhable) yeni adı Bataklıçiftlik köyünde doğmuş,(Şapsığ-Jane). Annem ise (eski adı Tuğujhable) olan Uzun Mustafa köyünden (Wubıh-Tugne) Babamın nüfus kağıdında (Hazuroğlu) olan soyadı çizilmiş ve soyadı olarak-Kılıcarslan- yazılmıştı.
Ben de bazen o soyadını alsam mı, diye düşünüyorum.
Benim çocukluğumda 1950’li yıllarda evimizden misafir eksik olmazdı. İstanbul’da işi olup yatacak yeri olmayan tanıdıklar bize yatıya gelirler, ekmeğimizi ve yatacak yerlerimizi bizimle paylaşırlardı. O zaman ben söze karışıp konuşamazdım. Bu yüzden konuşanları ve konuşulanları incelerdim.
Görünüşte saygıya dayalı (Habze) ler uygulanırdı fakat menfaate dayalı durumlarda dürüst olmadıklarını görebiliyordum. Babacığım masrafları karşılamak için, anacığım da onlara hizmet için vargücleriyle çalışırlar, hiç şikayet etmezlerdi. Sonraki yıllarda o gelenlerin çoğunu görmedim.
Misafir geldiğinde ve annem babam kendi aralarında Çerkesce konuşurlar fakat bizimle Türkçe konuşurlardı. Şimdi ben konuşulanları yüzde seksen anlarım fakat ben konuşamam.
O yıllarda babam dışarıda iş çevresinde Çerkes olduğunu söylemezdi. Bazı durumlarda kısık sesle konuşurlardı. O zaman pek anlamazdım. Bende uzun yıllar Çerkes olduğumu kimselere söyleyemedim. Çerkeslerle, yakın akrabaların dışında pek görüşmedim. Pek iş de yapmadım.
İstanbul’da Çerkes olmayan biriyle evlendim ve iki kızım var, onlar Çerkesçe konuşamıyorlar fakat lisansüstü eğitimleri var. Sadece Çerkes olduklarını biliyorlar o kadar. Bunlar yaşadığımız ülkenin gerçekleri ya da yapabildiklerimiz. Bugün aynı davranır mıyım bilmiyorum.
Bunları size niye yazdım. Bugün Çerkes olduğumuzu yüksek sesle söyleyebiliyoruz. Birçok yerde Kafkas dernekleri var. Hepsi bir şeyler yapmaya çalışıyorlar ama yapılanlar yeterli mi, ya da doğru ve faydalı mı, daha etkili şeyler yapılamaz mı?
Belki böyle başlanıyor da ileride daha güzel şeyler olacak. Ben, size ters gelebilecek bazı düşüncelerimi yazmak istiyorum. Beğenmeyebilirsiniz fakat yazdıklarımı bir düşünün.
Amerika’da bir oyuncak fabrikasının satışları giderek azalıyor, çünkü yaşlanan yöneticiler kendi beğendikleri oyuncakları üretmeye devam ediyorlar. Şirket iflasa giderken, yönetim kuruluna 6-7 çocuk alıyorlar ve oyuncak seçimini çocuklara bırakıyorlar. Çocukların seçtiği oyuncak modelleri satışları uçuruyor, şirket iflastan kurtuluyor.
1) Thamete imajı fazla abartılıyor. Çerkesler Kafkasya’da bir tarım toplumu. Tarım toplumunda ihtiyarların tecrübelerinden faydalanmak çok doğru. Fakat bugün dünya sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçti. Bir mühendis ve bir doktor bile olsanız 6 ayda bir bilgilerinizi güncellemek zorundasınız. Abdullah Gül ve R.Tayyip Erdoğan, Erbakan’dan ayrılmasalardı, iktidara gelemezlerdi. Size bu yazıyı yazarken Erbakan’ın yüzde 3-5 oyu olan Saadet Partiyi karıştırdığı haberleri vardı.
2) Bugünden bakınca Thamete anlatımları çok hoş geliyor. O gün ise, güzel kızların saraylara ve zengin hanedanlara cariye olarak satılması, Genç güçlü delikanlıların da paralı Asker olarak satılmasını Thamete yönetimi organize ediyor. Mısır’daki memlükler de oradaki Kafkas paralı askerleri. Uzun süre paralı asker olarak çalıştıktan sonra zenginleşip, yönetime el koyuyorlar ve bir sure yönetiyorlar. Orada dayandıkları bir Kafkas Topluluğu yok.
3) Bir de “Serf”lik olayı var. Topraksız halk-Köleler. Yani boğaz tokluğuna çalışan işçiler. Kölelik Çerkeslikte uzun süre var. Hatta bütün dünyada kalkmış, ama Çerkes Thamedeleri(Toprak sahipleri)boğaz tokluğuna çalıştırılan işçilerden vazgeçmiyorlar.
1857 savaşlarında bu konu da var. Muhittin Ünal’ın yazısında biraz değinilmiş.
Çerkeslerin sürgününde bunun da tesiri var. Hatta Türkiye’ye göç ettikten sonra da (Shili)lerden kız alıp verilmiyor, söz hakları da yok.. Thamete konusu akademik olarak inceletilmeli ve yeni bir şekil verilmeli.
4) “Habze” konusu da abartılıyor. Hep anlatılıyor. Atlı bir çerkes, yaya bir kadın görünce atından inerdi vs. Bugün at yerine araba kullanıyoruz. Neden, bir Çerkes kırmızı ışıkta durur-geçmez, yayalara ve diğer arabalara yol verir, Yağmur yağarken yayalara dikkat eder, çamur sıçratmaz diyemiyoruz.
5) Bugün Çerkes derneklerinde gençlere karşı bir hareket var. Aslında ben 66 yaşındayım. Thamete grubuna girerim. Fakat, Kafkas derneklerine, vakıflara ve derginize gençleri alıp, onlara söz hakkı verilmezse, oyuncak fabrikasının kaderi kaçınılmazdır.
6) Uygun görürseniz, Çerkes toplumunu daha etkin hale getirecek, derneklere ve vakfa ilgiyi artıracak konularda yazışabilir, hatta görüşebiliriz.
Saygılarımla
Zekai KILICARSLAN
“Sn. Zekai Kılıçaslan,
Öncelikle yakın ilginiz ve olumlu yaklaşımlarınız için teşekkür ederiz.
Bende yıllarca profesyonel yöneticilik yaptıktan ve emekliliğimden sonra serbest olarak Yönetici Danışmanlığı yapmakta olduğumdan söylediklerinizi çok iyi anlıyorum.
Öğrencilik dönemimde sırf Düzce´yi tanıyabilmek için 1 ay Köprübaşı Köyü´nde, 2 aya yakın Akınlar Köyü´nde kalmıştım. Düzce´yi, Bataklıkçiftliği Köyü´nü, çoktan şehirle bütünleşmiş olan Uzunmustafa Köyünü biliyorum. Düzce´de bulunduğum sürede birkaç Jane ile de tanışma şansım olmuştu.
Yakından tanıdığınız Düzce´de, başlangıçta kimine göre 70, kimine göre 52 olan (52 daha doğru gözüküyor) Çerkes Köyü sayısı bugünlerde 30 lu rakamlarla anılabiliyor. Onlarda karışmamış köyler değiller. Bu yaz katıldığımız Tahirağa Köyü´ndeki bir düğünde Adığey´den gelen bir misafirimizin kızı ile, düğünde kızların sırasında, ilgilenecek Adığece bilen bir kızımızı bulamadık. Kızlarımızdan birisi İngilizce olarak iletişim kurarak ilgilenmişti!
Maalefef sorunlarımız amatör yaklaşımlar ve amatörce imkanlarla yürütülmekte olan derneklerimizi aşmaktadır. Ne var ki bugün elimizdeki tek yapılanma da derneklerimizdir. Bu yapılanmanın geliştirilmesi-değiştirilmesi gerekmektedir. Şu anda 58 derneğin (bunlara ek, katılım kararı almış ancak resmi işlemleri bitirememiş 2 derneğimizin katılımı ile 60) altında toplanmış olduğu KAFFED (Kafkas Dernekleri Federasyonu) kurulmuştur. Evet iyi bir şeyler yapılabilmektedir, ancak yapılabilenler sorunlar karşısında yeterli olabilmekten çok uzaktır. Umalım ki bu başlangıçlar daha ciddi yapılanmalara yol açabilsin.
Maddeler halinde yazmış olduğunuz bazı görüşleriniz hakkında düşüncelerimi yazmak isterim :
1,4. : Thamateliğin fazla abartıldığına bir anlamda katılıyorum. Ancak Xabzenin(habze) genellilikle yanlış yorumlandığını ve abartmanın da bu yanlış yorumlamadan kaynaklandığını belirtmek isterim. Xabze ve thamatelik iç -içedir. Günümüzde eğitimle çok hızla öğrenmenin, yoğun iletişim ve dünyayı bilmekten, dünyayı gezmekten kaynaklanabilecek birikimlerin dikkate alınmadan “yaş”a bağlı bir thamatelik düşünülemez. Zaten Nahıj Thamate denilen yani yaşı nedeniyle saygı duyulan diyebileceğimiz ayrı bir tanım bulunmaktadır. Bu kapsamdaki thamatelik ile toplumsal önderlik anlamındaki thamatelik toplumumuz tarihinde ayrı ayrı tanımlanmıştır. Anavatanımızda thamateliğin bu değişen-yaşayan şekli bir anlamda devam ediyor denilebilir. Her “Yaşlı”nın thamate olamayacağı, ancak her yaşlıya saygı gösterilmesi gerektiği, saygı ve itaatin farklı algılanması gerektiği vermekte olduğumuz eğitimlerde de işlenmektedir.
Pek çok kişi tarafından bazen konuyu bilmemekten kaynaklı-bilinçsizce, özellikle sadece yaşını öne çıkararak kendisini zorla dinletmeye, kendisine itaati sağlamaya çalışan kişilerce Xabze basit anlamda günlük hareketlerimizi tanımlayan ve dondurulmuş bir kurallar silsilesi olarak bilinçli bir şekilde sunulmaktadır. Oysa Xabze örneğin nerede oturulması gerektiğini tanımlamanın ötesinde bir yaşam felsefesidir, özünde yaşayan, güncelleşmeyi ve değişimi kabul eden bir sistemdir. Xabze ile ilgili bir haftalık çalıştay yapılmış olup, günümüzde Ankara derneği tarafından da Xabze konusunda derleme çalışmaları yürütülmektedir. Bu konuda Sn. Rahmi Tuna´nın Xabze adı altında yayınlamış kitabını okumanızı öneririm.
1,5. Gençlerin her konuda öne çıkarılması gerektiği düşüncenize katılmamak mümkün değildir. Federasyonumuzun gençlere yönetimlerde daha çok yer verilmesi doğrultusunda alınmış kararları bulunmaktadır. Gençlerin eğitilmesi için bir program hazırlanmış, sürekli bir eğitim sistemi haline getirilmeye çalışılmaktadır. Tarafımdan koordine edilen, NART AKADEMİSİ adını vermiş olduğumuz eğitim 19, 20 Haziran 2010 tarihinde başlamış olup 2 ncisi 9,10 Ekim tarihinde ve takip eden aylarda devam edecektir. Üniversite eğitim görevlilerinin de bulunduğu eğitmenlerimiz 3 ana konuda eğitim vermektedirler :
– Çerkes tarihi, edebiyatı, Kafkasya, vb.
– Asimilasyon, kimlik, uluslar arası ilişkiler vb konuların yer aldığı politik konular,
– Yönetim becerilerini geliştirmeye yönelik, iletişim, motivasyon, toplantı yönetim, vb konular.
Ayrıca gençliğin özgün sorunları ile ilgilenmeleri için Türkiye çapında gençlik temsilcileri bir toplantıya çağrılarak aralarından 7 kişilik Gençlik Çalışma Gurubu´nun kurulması sağlanmıştır. Bu kuruluş yeni olup henüz çalışma programını oluşturamamıştır.
Her durumda, toplumumuzdaki ikili standardın aşılması gerekmektedir. Dışarıda, örneğin, 30 yaşındaki Kaymakamın önünde el bağlayan, 27 yaşındaki mühendisin projesine imza attığı evde oturabilen, savunma dosyasını 28 yaşındaki avukata teslim edebilen kişi, toplumumuz içine girince bu insanları “çocuk” yerine koyabilmekte , susturmaya çalışmaktadır. Oysa geleceğimiz onlardır.
Yazınızdan dolu ve ilgili bir Çerkes olduğunuz anlaşılmaktadır. Desteklerinizi, görüşlerinizi bizlerden esirgemeyiniz. Katılabileceğiniz çalışma konuları varsa lütfen belirtiniz. En azından Gençliğin eğitimini hedefleyen Nart Akademisine maddi ve manevi katkıda bulunmak isterseniz lütfen belirtiniz.
Sizin mektubunuzu ve bu ilk yazışmamızı web sitemizde yayınlıyoruz. Takiben arzu ederseniz özel olarak yazışabilir ve görüşebiliriz.
Saygılarımızla,
Şamil JANE